Almanya’da çalışıyorum 2002 den beri. İlk geldiğimde sokaktaki trafik kültürü beni şok etmişti. Nasıl etmesin, gece yarısı kuş uçmaz kervan geçmez bir caddede kırmızı ışıkta bekleyen yayalar, yahut ta arabalar. Temiz caddeler, tanımadıklarına selam veren insanlar.

İşyerim de gayet rahattı. Yılda 45 gün izin, 8 saatten fazla istesen de çalıştırmıyorlar. Fena değil be buralar.Ama nedense daha uzun süredir burada yaşayanların üzerlerindeki tedirginliği anlayamıyordum. Gerçi Solingen faciası diye bir şeyler duymuştuk yıllar önce, ama bana öyle görünmüyordu, en azından şimdilik.

Daha sonraları yabancılar şubesinde, okulda, poliste işlerimiz oldu. Yardımcı olanına da, olmak istemeyenine de rastladık, ama her yerde, her ülkede olabilecek oranda.

Zaman geçtikçe bende de “burada bir şey eksik” duygusu hasıl olmaya başlamadı değil.

Hele birisi öldüğünde bazılarının yüzüne belli belirsiz yayılan gülümsemeyi, çok hasta olan mesai arkadaşını hemen hemen kimsenin aramamasını, 50 Cent belki olur da, 50 Euro borç istemenin kadar zor olduğunu, karın doğum yapmış düşük yapmış doğrusu kimseyi pek ilgilendirmediğini görünce insanın içinde birşeyler akıp gidiyor, kendini yalnız hissetmiyor değil doğrusu.

Sonra birşey oldu.

Çalışma arkadaşım izinden yeni dönmüştü ki  huzur evindeki annesi vefat etti.  1 gün izin aldı, defin işlemlerini yaptı geri geldi.

Yanına gittim. Düşünüyorum nasıl denir burada “başın sağ olsun” ?

Buna benzer bir dilek ya da beyan olmadığını o zaman fark ettim.

Ancak kısaca “üzgünüm” diyebildim.  Önce neden bahsettiğimi anlamadı, anladıktan sonra da aynen şöyle dedi :

– Zaten yaşlıydı.  Hem iki hafta önce ölseydi tatilimi de b.k edecekti.

O zaman anladım burada neyin eksik olduğunu, ve o zamandan beridir  kendimi buralarda daha bir yalnız hissettiğimi.

Artık anaokulundan çocuğumu almaya gittiğimde, onun beni görünce “babaaa” diyerek bana doğrusu koşması ve boynuma sarılmasının orada bulunanları şaşırtmasına da şaşırmıyorum.

Olsun ..  yine de henüz daha yaşanılası bir dünyaya olan umudumu  yitirmedim.